Ahlâkî davranışların temelinde sevgi ve merhametin, hususiyetle insan
sevgisinin önemli bir yeri vardır. Bu nedenle olgun Müslüman olabilmenin
koşullarından biri de bu sevgidir. Şöyle buyuruyor kalbi sevgi ve
merhamet dolu olan Resul-i Zişan Efendimiz (s.a.s):
“Birbirinizi sevmedikçe olgun mü’min olamazsınız.”
İnsanlara iyilik yapmak, şefkat ve merhametle muamele etmektir
kalplerdeki sevginin göstergesi… Asırlardır bütün toplumların hasret
kaldığı şey, karşılıklı hoşgörü ve barışın hakim olduğu, dayanışma,
yardımlaşma, birlik ve beraberlik içerisinde huzur ve güven duygusunu
tam olarak hissedebilecekleri bir saadet asrıdır.
Toplumsal barış ve huzura duyduğumuz bu ihtiyacı gidermek, arzuladığımız
hedefe varmak için farklı yönetim biçimleri, farklı yöntemlerle,
hayaller peşinde yürüdük durduk. Oysa mensubu olduğumuz toplumun bir
ferdi olarak merhameti, sevgiyi, saygıyı, anlayışı, olması gerektiği
şekilde yaşamadığımız için hiçbir sonuç alamadık..
Bizi
yaratan ve yaşatan Allah korkusuna ve Allah sevgisine dayanan, Kur’an
ahlakına uygun bir merhamet olmayınca, geriye insanları kötülük
yapmaktan alıkoyacak hiçbir sebep kalmıyor.
İnsanların
birbirlerine şiddet uygulamalarının, çocukların ezilip boynu bükük
kalmalarının, fakirlik korkusuyla öldürülmelerinin, sokağa terk
edilmelerinin; yol kesen eşkıyaların, evlere girerek ev sahiplerini
öldüren canilerin çoğalmasının önünde hiçbir engel kalmaz merhamet
duygusunu kaybeden toplumlarda…
Zengin olan fakiri
kollamaz, haksızlığa uğrayanın hakkı savunulmaz, açıkta kalan insan
barındırılmaz, aç kalanlar doyurulmaz olunca bela ve musibetler yağar
üstümüze yağmur gibi.
Kimse bir başkası için fedakarlık
yapmaz bir çıkar söz konusu olmadıkça… Yüzlerce kişinin doyabileceği
yemekleri çöpe atmakta bir sakınca görmeyenler, sokakta aç yaşayanları
görmezler.
Sahtekârca yöntemlere başvurarak
birbirilerinin malını haksız yere yemekten, başkalarının haklarını
istismar ederek para kazanmaktan kaçınmayan insanların merhamet
duyguları nasıl olabilir ki?
Böyle toplumların insanları
şahit oldukları sahtekârlıklara, adaletsizliklere ve haksızlıklara karşı
mücadele etmez ve seslerini çıkarmazlarsa, çığ gibi gelecek bela ve
musibetleri celb etmiş olmazlar mı?
Başkaları için
kendilerini yormaya gerek duymayan, sıkıntılı insanların sorunlarını
üstlenmeyen, kimsenin kimseye karşı kendisini sorumlu hissetmediği,
kimsenin kimseyi korumak için kendisini risk altına sokmadığı ve
kimsenin yanlışlara, haksızlıklara karşı sesini çıkarmadığı toplumların
refah ve mutluluğa kavuşmaya hakları var mıdır?
Başta
ülkenin, etba ve raiyyetin çobanı ve sorumluları, memleketin mülkî
amirleri, Şehru’l Eminleri , Din ve Diyanet’in temsilcileri ve
sorumluları, siyasî ikbal peşinde koşturup yatırım yapan, hamasî
nutuklar çeken, vitrine oynayan Dernek ve Vakıfların mümesilleri,
Tarikat ve cemaat liderleri toplum bireylerinin karşılaştıkları
problemleri çözmede kulaklarının üzerine yatıyorlarsa, milletin feryad
ve figanını duymuyorlarsa memleketin hangi sorununu çözer, hangi
sorumluluklarını yerine getirmiş olurlar acaba?
Zalim ve
merhametsiz olanlar, zayıf ve güçsüz olanları istedikleri gibi ezerler.
Her zaman huzursuzluk, sıkıntı ve zulüm hakim olur, Kur’an ahlakının ve
buna dayalı merhametin, sevginin yaşanmadığı toplumlarda…
İslâmda sevgi ve merhamet sadece insanlığı değil bütün yaratıkları içine
alır. İnsanı yücelten ulvi duygulardandır şefkat ve merhamet.
Merhametin gücü şiddet ve öfkenin gücünden her zaman üstün gelmiştir.
Sevgi ve merhamet üzerine kuruludur dünya. Biri Rahman biri de
Rahimdir Allah’ın güzel isimlerinden ikisi. Her ikisi de O’nun ne kadar
çok merhametli olduğunu anlatır.
Eğer Yüce Yaratan’ın
bu kadar engin rahmet ve merhameti olmasaydı, yeryüzünde bu kadar zulüm
ve merhametsizlik yapan zalimler, hainler, caniler, katiller belki aynı
anda zirü zeber olurlardı.
Her fırsatta kalabalıklara
hitaben siyasilerin ve din adamlarının dillerine pelesenk ettikleri şu
sözleri yüzlerce defa dinlemişizsinizdir:
“Hz. Ömer
ashab-ı kiram’a hitaben: Dicle’nin kenarında bir koyunu bir kurt aşırsa,
yarın mahşer gününde korkarım ki o da Ömer’den sorulur.”
Peki siz bu milletin sorumluluğunu üstlenen etkililer ve yetkililer!
Çevrenizde bu kadar aç , susuz olan, açıkta ve açlık içinde
kıvranan, zalimlerin ve gaddarların elinde kıvranan ve fakat size yüz
suyu dökmeyen izzetli ve asaletli insan varken, Saltanat sürdüğünüz
makamlarınızın lüks ve ihtişamını, israf ve savurganlığınızın hesabını
nasıl vereceksiniz? Siz yarın mahşer gününde hangi yüzle ve nasıl
Allah’a hesap vereceksiniz?